7.12.2023 03:05:19 / Okunma Sayısı: 212

“Bir Amerikalı 300 füze ediyordu”

Lübnan iç savaşı sırasında Hizbullah tarafından kaçırılan ve yedi yıl esir tutulan Amerikalı gazeteci Terry A. Anderson, Basın İlan Kurumu'nun resmi yayın organı Basın Hayatı Dergisi’ne konuştu...

 

 

 

Röportaj: Emine Dolmacı

 

Yıl 1985...

 

Lübnan’da iç savaş bütün şiddetiyle sürüyor. Associated Press (AP)’in Ortadoğu baş temsilcisi Terry A. Anderson, günün yorgunluğunu tenis oynayarak atmaya çalışıyor. Tenis maçı sonrası birdenbire ortaya çıkan silahlı adamlar, Anderson’ı apar topar bir arabanın bagajına atarak bölgeden uzaklaşıyor. Anderson’ı kaçıranlar Amerika’nın İsrail’i silahlandırmasından hoşlanmayan İran destekli Hizbullah örgütü üyelerinden başkası değildi. Sonraki 6 yıl 9 ay boyunca belirli aralıklarla yeri değiştirilerek esir tutulan Anderson, 4 Aralık 1991 tarihinde serbest bırakıldı ve kendisini alıkoyanları affetti.

 

Serbest kaldıktan sonra ateşli bir basın özgürlüğü savunucusu oldu. Time dergisine kapak oldu. Tutsak kaldığı dönemde yaşadıklarını “Den of Lions” (Arslanların Sığınağı) adlı çok satanlar listesine giren kitapta topladı. Tutsak edilmesi nedeniyle, İran hükümetine 2002 yılında yüklü bir tazminat davası açtı. Davadan elde ettiği gelirin bir kısmını Vietnam başta olmak üzere çeşitli ülkelerde okul yapımı için kullandı. Dünyanın 25’ten fazla ülkesinde gazetecilik yapan Anderson, dünyanın çeşitli bölgelerindeki risk altındaki gazetecileri kurtarmak için çalışıyor. Kentucky Üniversitesi’nde gazetecilik dersleri veren Anderson, öğrencilerini uzun yıllar tutsak kaldığı Lübnan’a götürmeye hazırlanıyor.

 

Basın İlan Kurumu’nun konuğu olarak 1. Yerel Basın Tecrübe Paylaşım Seminerleri için Türkiye’ye gelen Anderson ile gazetecilik deneyimlerini ve basın özgürlüğünü konuştuk.

 

O tarihi güne dönelim. 16 Mart 1985’te neler oldu?

 

Ben bir süredir Beyrut’taydım. O gün tenis oynamaya gitmiştik. Zaten batılı gazetecileri, bilim adamlarını kaçırıyorlardı. Beni bir gün önce de kaçırmaya çalışmışlardı ama ajans binasına kaçmıştım. Zaten İsrail yönetiminde olan Güney Lübnan’da görev yapıyordum. Kaçırılacağımı zannetmiyordum. İsrailliler beni hiç sevmezdi çünkü. Onların yaptıklarını yazıyordum. Lübnanlılar da beni tutuklamazdı, çünkü onlar için iyi bir şey yapıyordum. Ama pek önemli değilmiş!

 

Kimin tutukladığını düşündünüz?

 

Tenisten dönerken silahlı adamlar beni durdurdu ve bir arabaya atarak kaçırdı. Yanımda bizim ofisten arkadaşım vardı ona dokunmadılar. O da kendisini bırakıp beni kaçırdıkları için 6 yıl boyunca kendisini çok kötü hissetti. Beni önce havaalanında garaj gibi bir yere götürdüler. Yetecek kadar su ve ekmek veriyorlardı ama ellerim bağlıydı. Daha sonra hapishane gibi bir binaya götürdüler. Birkaç ay içinde 20 farklı yer değiştirdim.

İşkence gördünüz mü peki?

 

Evet işkence vardı. CIA Beyrut Baş Temsilcisi William Backy’i döverek öldürdüler. Ondan bilgi almak istiyorlardı, onun için öldürdüler. Benden de bilgi istediler. Ben gazeteciyim bende ne bilgi olabilir ki? Ben bildiklerimi zaten gazeteye yazıyordum. 3-4 ay sonra bilgi çıkmayacağını anlayınca vazgeçtiler. Ancak siyasi meseleleri olduğu için beni içerde tutmaya devam ettiler. Kuveyt’le pazarlık yapıyorlardı, bizi takas için. Ama kabul etmediler. Bunlar profesyonel teröristlerdi. Lübnan kökenli İmad Mugniyah dünyanın en çok aranan teröristlerinden biriydi. Kendilerini İslam’ın şövalyesi olarak görüyorlardı. Filistin’in özgürlüğü için savaşan İslami Cihat Örgütü olarak tanıtıyorlardı. Daha sonra bir yıl boyunca hücrede tuttular. Ama sonra din adamı, profesör, şair, müzisyen her çeşit insanla kaldık. Güney Koreli bile vardı tutsaklar arasında. Onu neden aldıklarını anlayamadım. Şimdi birçoğuyla görüşmeye devam ediyorum.

 

Beyrut’taki hapishane arkadaşlarınız aynı zamanda dostlarınız oldu. Öyle mi?

 

Evet, çok iyi arkadaşlar edindim. Bunlardan biri olan John Mc Cartey, Londra’da televizyon gazeteciliği yapıyor. BBC, El Cezire gibi kurumlara da haber veriyor. Orada birbirimizin hayatını kurtardık.

 

Orada öldürüleceğinizi ve bir daha hiç çıkamayacağınızı düşündünüz mü?

 

Çok büyük bir sorunun içinde olduğumu anlıyordum ama beni öldüreceklerine inanmadım. Çünkü ölü bir rehinenin kimseye faydası yoktur. Ancak, sağlıksız koşullarda kalıyorduk ve şartlar çok kötüydü. Rehinelerin yarısı cezaevinde öldü. 4 kişiyi Libyalılara takas ettiler Ronald Reagan’ın Libya’yı bombalamasına karşılık. Çoğu kişi de hastalıktan hayatını kaybetti. İlginç bir ortamdı. Sadece Amerikalıları değil Lübnanlıları da kaçırıyorlardı.

 

Takas nasıl gerçekleştiriliyordu, Amerikan vatandaşları karşılığında neler talep ediyorlardı?

 

Pazarlık sırasında Amerikan vatandaşlarına karşılık silah isteniyordu. Bir Amerikan vatandaşı 300 adet TOW anti tank füzesi ya da 50 tane Hawks uçak füzesi değerindeydi. Bu şekilde iki esiri bıraktılar. Adam kaçırma işi zamanla sektör haline dönüştü. Kaçırılmalar daha da arttı. Bu işlerde Ollie North isimli bir Hıristiyan aracılık yapıyordu. İranlılar bundan hoşlanmadı ve Lübnan gazetelerinde bunu duyurdular. Lübnan gazeteleri yazdığında ise pazarlık bitti.

 

Bana sıra gelmeden pazarlıklar bozuldu. Ondan sonra bir daha pazarlık olmadı. Ollie’nin bütün politikasına karşıyım ama insanları kurtarıyordu. İyi niyetliydi ama pek akıllı sayılmazdı. Bir defasında İran ziyaretinde hükümete İncil götürdü. Kendisi Hıristiyan olduğu için güzel bir hediye olduğunu düşünüyordu. İslam konusunda hiçbir bilgisi yoktu. Daha sonra Ollie’nin günlüklerine ulaştım ve oradaki silah ve insan pazarlığına ilişkin kayıtları öğrendim. Bu bilgileri kitabıma koydum.

 

Sıra size gelmedi yani...

 

Evet. İran-Irak Savaşı’nın bitmesini sağlayan adam, BM Genel Sekreter Yardımcısı Gian Dominico Piceo, bu işe son vereceğini düşünerek Lübnan’a gelmişti. Teröristlerle konuşmak için kendisinin kaçırılmasını sağladı. Bu şekilde 4-5 kez tutuklanıp temas kurdu. Ondan sonra serbest bırakmalar başladı. Ama yine de sıra bana gelmemişti. Kız kardeşim Peggy tutuklu kaldığım süre içinde Papa ve Yaser Arafat ile görüştü.

 

Nasıl kurtuldunuz peki?

 

Esirler arasında en son kalan bendim. Gideceğimi tahmin ediyordum. Elimi bağladılar ve bir arabanın içine attılar. Lübnan’daki Balbek şehrine götürdüler; Suriye gizli polislerinin önüne attılar. Onlar da beni Şam’a götürdüler. Orada Amerikan konsolosluğuna teslim ettiler. Karım ve çocuğum da Şam’a gelmişti. Aslında her şey planlanmıştı.

 

“CIA, HİZBULLAH’TAN İZİN ALMAMI İSTEDİ!”

 

Sizi 7 yıla yakın bir süre içerde tuttukları için Lübnan hükümetini ya da İran’ı mah- kemeye vermediniz mi?

 

Serbest kaldıktan sonra CIA, FBI, NSA hepsini mahkemeye verdim. Ne biliyorlardı ki, bu bilgiyi vermediler de beni bu kadar tuttular diye... CIA’ya başvurdum belgeleri istedim. “Bu belgeleri Hizbullah’ın izni olmadan alamazsınız” diye bir cevap geldi. Bu çok gülünçtü. Hizbullah belki bana verir ama ben Hizbullah’ı nereden bulayım? Sadece hükümetimin ne bildiğini bilmek istiyordum.

 

Beyrut’a gitmeyi kendiniz mi istemiştiniz yoksa ajans sizi o bölgeye mi göndermişti?

 

Beyrut’a gitmek kendi seçimimdi. Daha önce Afrika muhabiriydim. Ortadoğu’da büyük hikâye var, ben büyük hikâyenin peşindeydim. Mozambik, Zimbabve, Zambiya’da gazetecilik yaptım. Meslek hayatımın çoğunu bu şiddet olayları doldurdu.

 

İlk mesleki deneyiminiz de yine bir çatışma ortamından, Vietnam’dan. Orada gazeteciliğe nasıl başladınız?

 

Amerikan deniz piyadesiydim. Vietnam’a denizci olarak gittim, hem de gazetecilik yaptım. 18 yaşındaydım. Amerika’ya döndükten sonra üniversite okudum. Gazete ve televizyonlarda çalıştım. AP beni önce Japonya’ya gönderdi. Japon bir eşim vardı ve dili iyi biliyordum. Bu yüzden gittim. 6-7 yıllık Asya deneyiminden sonra Afrika daha sonra Ortadoğu geldi.

 

Kaç ülkede gazetecilik yaptınız?

 

Saymadım. Ama 25-30 ülke vardır.

 

Şu anda basın özgürlüğü alanında faaliyet gösteren Gazetecileri Koruma Komitesi’nde (CPJ - Committee to Pro- tect Journalists) Onursal Eş Başkan olarak görev yapıyorsunuz...

 

CPJ Amerikalı gazeteciler tarafından kurulan uluslararası bir kuruluş. Saldırı altındaki gazetecileri kurtarmaya çalışıyor. Avrupa ve Latin Amerika’dan sonra ilk yıllarda Türkiye’ye geldim. Kuzey Rusya’daki bir gazeteci için Sibirya’ya gittim. Dünyanın tüm bölgelerindeki gazeteciler ve onların haklarıyla ilgileniyoruz. 1995 yılında Işık Yurtçu için Türkiye’ye gelmiştim. Bana Sakarya Cezaevi’nden bir mektup yazmıştı. Bu çağrı üzerine geldik. Daha sonra cezaevinden çıktı ve ödül verdiler.

 

Türkiye’yi basın özgürlüğü açısından nasıl görüyorsunuz?

 

Özgür bir gazetecilik olmadan özgür bir ülke olacağını düşünmüyorum. Türkiye mesafe kat ediyor bu konuda. 15 yıl öncekine göre çok farklı. Ancak 64 gazetecinin hapiste olduğunu öğrendim. Bu doğruysa çok üzücü. Freedom House’a göre, Türkiye’nin notu 7 üzerinden 3.3. 6.7, 6.9 olan ülkeler var ama dünyada 7 puan alan bir ülke yok. Hükümetler gazetecileri hapse atıyor çünkü korkuyorlar. Hangi ülke gazetecileri hapse atıyorsa o ülke özgür değildir. Bu talep gazetecilerin başka insanlardan daha fazla özgürlüğe sahip olmaları gerektiğinden değil. Biri güç kullanmaya ve baskı kurmaya kalkışırsa her zaman gazetecilerden başlar. Çünkü onlar bizim bildiğimizi biliyorlar. Eğer özgürlükleri kısmak isterlerse gazetecilerin sesini keserler.

 

Bizim ülkemizde cezaevine giren kişiler çıktıktan sonra ya siyasetçi ya da yazar olurlar. Siz ne yaptınız?

 

Ben ikisini de yaptım. Ohio’da eyalet senatosuna adaylığımı koydum. Demokrat Parti adayıydım. Cumhuriyetçi bir bölgeden yüzde 46’nın üzerinde oy aldım. Çok kirli kampanyaların olduğu bir seçimdi. Lübnan hakkında bir belgesel çekmiş, orada Hizbullah’ın lideri ile de röportaj yapmıştım. Beni kaçıranlardan biri de oydu. “Ne düşünüyorsunuz bu kaçırmalar hakkında?” şeklindeki soruma “Savaşın kaderidir bu” cevabını vermişti. Bunu belgesele koydum. Seçim kampanyasında bunu kullanan rakibim, “Bakın kimlerle konuşuyor. Teröristlerle işbirliği içinde. Amerikan düşmanlarıyla barış yaptı” dedi. Ben de bir daha siyasete dönmedim. Tecrübe dediğimiz şey budur işte. Bir kez denenir, bir kez yanlış yapılır.

 

Tutukluluk süreci size ne öğretti?

 

İnsanların düşündüklerinden daha fazlasını yapabileceklerini öğrendim. Çünkü düşünmek için çok fazla zamanım oldu. Hiçbir zaman gazeteci olduğuma pişman olmadım. Çok fazla insan hakkında yazı yazdım. Bütün bunları düşünüyorum da kötülerden çok cesur ve iyi insanları hatırlıyorum. Hayati tehlikesi olan durumlarla karşılaştığında yapabileceklerinin en iyisini yapıyorlar. İnsanlar paylaşmayı, hayatlarını başka insanlar için feda etmeyi öğreniyor. Gazeteciler hep kötüye odaklanır ama iyi insanlar hakkında konuşmak bir meziyettir.

 

 

 

ÖĞRENCİLERİNİ LÜBNAN’A GÖTÜRDÜ

 

“Bu yaz öğrencilerimi Lübnan’a götüreceğim. Kentucky’nin dışına ilk kez çıkacaklar. 6 öğrencim ile Temmuz’da Lübnan’a gideceğim. 5 haftalık eğitim süresince Ortadoğu meselesini Araplarla, Müslümanlarla konuşacaklar. Hiçbir şeyin fark etmediğini görecekler. İnsanın yine insan olduğunu görecekler. Öğrencilerime gazeteciliğin yanı sıra çeşitliliği de öğretiyorum. Irk, din, cinsiyet bunların farklılığı üzerinde konuşuyorum. Dünyadaki farklılıkları takdir etmeyi öğretiyorum. Farklılıklardan korkmamaları ve mutlu olmalarını öğütlüyorum. Anderson, bu röportajdan sonra öğrencilerini Lübnan’a götürdü.

 

 

“IRAK SAVAŞI’NDA HÜKÜMETİ ZORLAMADIK”

 

“Bizim de problemlerimiz var. Gazeteciler zaman zaman işlerini çok iyi yapamıyorlar. Bush döneminde, Irak savaşı sırasında yapılması gerekenler yapılmadı. Biz bu ko- nuda hükümeti zorlamadık. O savaşın gereksiz olduğunu söylemeyi istemediler. Bunu söylemek için çok çok istekli değillerdi. Yapabilecekleri buydu ama istekli değillerdi. 11 Eylül saldırısıyla ikisini karıştırdılar. Saddam Hüseyin rejimi ve Irak’taki meseleyle 11 Eylül’ün ilgisi yoktu. Amerika ve Avrupa tabi ki çok şanslı bu konuda ama özgürlük düz, doğrusal bir çizgi değil. Amerikalı gazeteciler de özgürlükler için savaşmak zorundadır. Hükümet her zaman halklara karşı özgürlük kısıtlayıcıdır.”

 

 

“FİLİSTİN’DE BERBAT BİR CİNAYET İŞLENİYOR”

 

İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere düzenlediği saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

“Ben insanların terörist olamayacağına inanıyorum. Terörizm sözcüğüyle insanları etiketlemeyi sevmiyorum. Gazze’de, Filistin’de berbat bir cinayet işleniyor. ...Öncelikle gerçekten İsrail konusunda eleştirel olduğumu bilmenizi istiyorum. Her ne olursa olsun bu saldırının hiçbir gerekçesi olamaz. Gazetelerinizi okudum bu sabah. Kalemimiz bile yoktu diyor resmi temsilci. Ne sebeple bu gemiye saldırı yapıldı? Sebep ne olabilirdi? İsrail’in Filistin’e karşı olan politikasını yanlış buluyorum zaten. Benim ülkemin İsrail’i destekleyerek yanlış yaptığını düşünüyorum. İsrail’in normal standartlarda ülke olmasını istiyorum. Bu saldırı kesinlikle yanlış diye düşünüyorum.”

 

Not: Anderson’a bu soruyu sorduğumuzda Mavi Marmara gemisindeki ölü sayısı henüz 2 olarak duyurulmuştu.

 

 

İlk yayın yeri:

Basın Hayatı Dergisi

Sayı 1 / Kasım 2010

 

HABERİN FOTO GALERİSİ

0 Yorum Yapılmış

Habere Yorum Yap

İlgili Haberler
Neafoni haber / 10.11.2024 22:32:09
MÜSİAD’a toplu taşıma ile nasıl gidilir? 
Neafoni haber / 21.10.2024 09:11:05
Kitap okuyanlar daha uzun yaşıyor  
Neafoni haber / 17.11.2024 11:12:18
Aile içi iletişim koptu! 
Neafoni haber / 28.10.2024 08:29:59
Kemal öğretmen ile Birsen’in mutlu günü 
Neafoni haber / 16.10.2024 22:50:00
Yatağa bağımlı hastalar için susuz banyo 

© Neafoni HABER. Tüm Hakları Saklıdır. Haberlerimiz Kaynak Gösterilerek Kullanılabilir